Enternasyonal sosyalizm arşivinden seçmeleri, en anlamlı, günümüze silik değil en parlak ışık tutabilecek bir katmanla, Marx’ın I. Enternasyonal kuruluş konuşması ve Geçici Tüzük notlarıyla başlatıyoruz. Burada 1848 devrim yenilgileri ve Manifesto’nun yayımlanmasından sonra yeni yeni toparlanan işçi sınıfın hareketinin Marx’ın kaleminden evrensel programını buluyoruz

ZORUNLU ÖN AÇIKLAMA
Enternasyonal sosyalizm arşivinden seçmeleri, en anlamlı, günümüze silik değil en parlak ışık tutabilecek bir katmanla, Marx’ın I. Enternasyonal kuruluş konuşması ve Geçici Tüzük notlarıyla başlatıyoruz. Burada 1848 devrim yenilgileri ve Manifesto’nun yayımlanmasından sonra yeni yeni toparlanan işçi sınıfın hareketinin Marx’ın kaleminden evrensel programını buluyoruz. Konuşma ve Geçici Tüzük ile birlikte Enternasyonal Birliğin kuruluş hikâyesini Marx, Engels’e yazdığı 4 Kasım 1854 tarihli mektubunda epey ayrıntı vererek anlatır. Sadece üsluba dönük olarak yazdığı satırlardan alıntı verip geçelim: “Hareketin canlanmasının eski sert dilin kullanılmasına izin vermesi uzun zaman alacak. Fortiter in e, suaviter in modo [eylemde güçlü, üslupta nazik] olacağız.” Marx, 8 Kasım 1864 tarihli Merkez Konsey toplantısında, Açılış Konuşması ve Geçici Tüzüğün Morning Star ve The Bee-Hive Newspaper’da yayımlanma şekline itiraz etti. Bundan böyle basın haberlerinin Sekreterlik’ten geçerek yapılması önerisi kabul gördü. Daha sonra Marx-Engels Bütün Eserler, I. Enternasyonal Belgeleri ve vb.’de konuşmanın ilk yayımlandığı The Bee-Hive Newspaper’dan alındığı belirtildi. Marx, İngilizce yaptığı konuşmayı kendisi Almancaya çevirdi ve bu çeviri 21 ve 30 Aralık 1864’te Der Social-Demokrat’ın 2. ve 3. sayısında yayımlandı.
Biz metinde Marx’ın önerisini göz önüne alarak gazete metnini broşürle karşılaştırıp çevirdik. Toplantı tutanaklarında Başkan Yardımcısı sıfatıyla J. G. ECCARIUS ve Onursal Genel Sekreter sıfatıyla W. CREMER’in adları geçiyor. Ayrıca Geçici Konsey Üyelerinden biri de BARRY’ydi. Hem CREMER’e, hem de BARRY’ye çok uzun yıllar sonra, 1902 Eylülünde Londra’daki Holborn Town Hall’de toplanan Sendikalar Kongresi’nde tekrar rastlıyoruz. Bu sefer köprünün altından çok sular akmış; benzerlerine her yerde rastlandığı gibi (şimdi SİR unvanına sahip) CREMER, yeni ideolojisiyle Kongre’ye katılmıştı. Maltman Barry ise Kongre’yi Standard adına izlerken, tesadüfen aynı Kongre’yi Vorwärts adına Max Beer de izliyordu.
Türkiye’de en çok “Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi” adlı eseriyle tanınan Max Beer, Marx’ı yakından tanıyan bu iki eski Enternasyonal üyesini sorularıyla epey sıkıştırmıştı. Bu sohbetlerini “Fifty Years of International” adlı kitabında çok çarpıcı bir şekilde anlatacaktı. Burada konumuz gereği bizi Enternasyonal Birliği’nin Sekreteri Cremer ile görüşmesi ilgilendiriyor. Max Beer’den dinleyelim:
“Cremer, Enternasyonal İşçiler Derneği’nin birinci sekreteriymiş… Sağlam bir Liberal ve Barış aktivisti olan Cremer, bana Enternasyonal’in ilk ayları, nasıl yeni birliğe çeşitli tüzük taslakları yazıp Marx’ın bunları reddettiğini ve Marx’ın kendisinin yazdığı Açış Konuşması ve Tüzüğün komite tarafından kabul edildiğini uzun uzun anlattı. Büyük bir ustayla ilişkide olduğu izlenimini her zaman korumuştu. Cremer, Enternasyonal sekreterliğinden neden istifa ettiği sorumu şöyle cevapladı: “1865’ten sonra, uluslararası barışı sağlayamamamız halinde tüm enternasyonal işçi hareketi çalışmamızın boşa gideceğine inandım. Savaş ortadan kaldırılmadıkça, işçi sınıflarının koşullarında hiçbir kalıcı ilerleme mümkün olmazdı. Tüm sosyal reform çalışmaları bir Sisyphos çabası olacaktı. Ben de bu nedenle hayatımı Barış hareketine adadım. Marx’a savaş ve barışla ilgili görüşlerimi açıkladığımda, kapitalist toplumdan barışı sağlamasını ummanın tamamen ütopyacılık olduğu cevabını verdi. Savaş, sürekli olarak çeşitli kapitalist ulusların birbiriyle çelişen ekonomik ve dolayısıyla düşmanca siyasal çıkarlarından besleniyordu. Ayrıca, savaş sanayisi, yani silahlanma kapitalist ekonominin ayrılmaz bir parçası; adeta modern ekonomik sistemin hayati organlarından biriydi. Patronların -ve ne yazık ki pek çok işçinin- gözünde top tüfek, savaş gemisi, cephane tıpkı lokomotif ya da kumaş, mobilya, gazete, kitap, vb. gibi sıradan mallardı. Ayrıca savaş tarihte çok büyük role sahipti. Marx, Rusya’nın ilerlemesinde yüzyıllık Liberal öğretiden daha çok şey yaptığını söylediği Kırım Savaşı’nı hatırlatarak belleğimi tazelemişti. İnsanlık tarihinde sadece savaşla yerlerinden sökülebilecek olan gerici ve engelleyici güçler vardı. Yararlı tek pasifizm militan ve proletaryanın misyonunun bilincindeki bir İşçi Enternasyonalinin gelişmesiydi.” Ardından Cremer ekledi: “O zamandan beri uzun bir dizi savaşlar gördük: 1866, 1870, 71, 1877-78, 1895, 1898, 1900. Fakat ben hâlâ insanın aklını başına toplayacağından umutluyum….”

ENTERNASYONAL İŞÇİLER DERNEĞİ
[1. ENTERNASYONAL]
MARX’IN KONUŞMASI VE GEÇİCİ TÜZÜK
LONDRA, 28 EYLÜL 1864
Kaynak: THE BEE-HIVE NEWSPAPER, No 160, 5 Kasım 1864, s. 5
Dernek üyelerinin tam katılımlı toplantısı Cumartesi akşamı, Greek Street Soho’da Universal League’in salonlarında gerçekleştirildi.
Sekreter Mr. Cremer, son toplantıdan beri bütün İngiltere’deki çeşitli işçi örgütleriyle derneğe katılmaları için kurulan iletişimde genellikle cesaretlendirici sonuçlar alındığını bildirdi. Fransız seksiyonu Sekreteri Mr. Le Lubez, Fransız işçileri adına, Parisli M. Tolain’in çok ilginç bir mektubunu okudu. Tolain, İngiliz komitelerini göstermekte oldukları gelişmeler nedeniyle kutlarken, Fransa ve İsviçre’nin her yerinde, büyük kentlerde derneğin şubelerinin kurulması için ciddi adımlar atıldığını yazıyordu. Alman ve İtalyan seksiyonlarının sekreterleri de ülkelerindeki işçi derneklerinden gönderilen benzer mektupları okudular. İtalya’daki derneklerden gelen mektupta, geçen hafta boyunca ülkedeki 400’den fazla işçi derneğinden delegelerin Napoli’de kongre düzenledikleri, İngiliz derneğini temsilen katılan Dr. Wolff’un kongrenin sonucuna dair raporunu gelecek kongrede sunacağı yazılıydı. Sonra Dr. Marx, alt-komite adına uzun tartışmalardan sonra kabul edilen geçici kurallar ve girişi de içeren konuşmasını yapmak için kalktı. Sonra da Avrupa’daki tüm işçi sınıfı derneklerinden gelecek delegelerle Brüksel’de 1865 başında bir kongre toplanmasının elzem olduğunu kabul eden bir karar tasarısı kabul edildi. Kongrenin görevi, bütün organın genel yönetiminin tüzük kurallarını belirleyerek, sürekli Londra’da bulunacak bir genel konsey atamak olacaktı. Bazı yeni üyelerin seçilmesi ve birçok rutin formalitenin yerine getirilmesinden sonra, başkana teşekkür edilerek toplantı başka bir tarihe ertelendi.
_____________
Üstteki haberde atıf yapılan Dr. Marx’ın konuşması toplantıya katılan delegeler tarafından oybirliğiyle onaylandı: —
İŞÇİLER,
1848’den 1864’e kadar işçi kitlelerinin sefaletinin azalmadığı apaçık. Oysa ülkede sanayinin gelişmesi ve ticari büyüme yönünden bu dönemin bir benzerini daha bulamazsınız. 1850’de, İngiliz orta sınıfının ılımlı ve sıradan sayılmayacak kadar bilgilendirici bir yayın organı, İngiltere’nin ithalat ve ihracatının yüzde 50 artması halinde, İngilizlerde yoksulluğun sıfıra düşeceğini tahmin etmişti. Ne yazık! 7 Nisan 1864’te, İngiltere’nin 1863 yılı için toplam ithalat ve ihracatının “£443.955.000’e ulaştığını, bu şaşırtıcı miktarın nispeten yakın bir dönem olan 1843 yılındaki ticaretinin yaklaşık üç katı olduğu”nu açıklayan Maliye Bakanı, Parlamento’da kendisini dinleyenleri mest etmişti. Her şeye rağmen “yoksulluk”tan söz ederken konuşması dokunaklıydı. “Hiç artmayan ücretlerle, insanların yüzde 90’ının hayatta kalma mücadelesi verdiği bir bölgenin insanlarını düşünün!” diye haykırdı. Kuzeyde makinelerin, güneyde koyun otlaklarının yavaş yavaş yerinden ettiği İrlanda halkından hiç söz etmedi. Gerçi o talihsiz ülkede insanlarınki kadar hızlı olmasa da koyun sayısı bile azalıyor. O zaman en üstte yer alan on bin kişinin en yüksek temsilcilerini bir anda dehşete düşüren sokaklarda terör estiren gasp ve boğma olaylarını geçiştirdi. Sokaklarda boğma ve gasp paniği doruğa çıktığında, Lordlar Kamarası bir araştırma yapılarak, suçluların sürgün edilmesi ve angarya cezalarıyla ilgili bir rapor yayınlanmasını istedi. 1863 tarihli kalın Mavi Kitap’ta korkunç gerçeği ortaya çıkardı. Suçlu mahkumların en kötülerinin, İngiltere ve İskoçya’nın angaryaya koşulan mahkumlarının ülkenin tarım işçilerinden çok daha az çalıştıkları ve çok daha iyi beslendikleri resmi olgular ve rakamlarla kanıtlandı. Bu kadarla kalsa iyi. Amerika’daki iç savaşın sonucunda Lancashire ve Cheshire işçileri sokağa atıldı. O aynı Lordlar Kamarası sanayi bölgelerine ortalama olarak “açlığa bağlı hastalıkları önleme”ye ucu ucuna yetebilecek ortalama en küçük karbon ve azot miktarını araştırmakla görevli bir doktor gönderdi. Tıbbi görevli Dr. Smith, ortalama bir yetişkinin hayatta kalabilmesi için haftalık 28.000 grains (1, 8 kg) karbon ve 1.330 grain (86, 2 gram) azot alması gerektiğini saptadı…. Açlığa bağlı hastalıkların görüleceği düzeyin hemen üstünde olan bu rakamın yanında, ayrıca aşırı geçim sıkıntısının baskısı altındaki pamuk işçilerinin gerçekte itildikleri yetersiz beslenme miktarıyla neredeyse aynı olduğunu da bulmuştu.* [1. The Bee-Hive Newspaper’da yer almayıp Marx’ın broşür şeklinde yayınlanan metindeki dipnotu: “Okura su ve bazı inorganik maddeler gibi unsurlardan ayrı olarak karbon ve azotun insanların beslenmesinin hammaddeleri olduğunu hatırlatmamız gereksiz sayılır. Ne var ki, insan sisteminin beslemek için bu temel kimyasal bileşenler bitkisel ya da hayvani besinler formunda sağlanmalıdır. Örneğin, patates temelde karbon içerirken, buğday ekmeği uygun miktarlarda karbonlu ve azotlu maddeler içerir.”] “Burası çok önemli! Aynı bilgili doktor, daha sonra Kraliyet Danışma Konseyi sağlık yetkilisince tekrar yoksul emekçi sınıflarının beslenmesini araştırmakla görevlendirildi. Araştırmasının sonuçları, bu yasama yılında Parlamento talimatıyla yayınlanan “Altıncı Halk Sağlığı Raporu”nda yer alıyor. Doktor’un bulguları nelerdi? Bulguları ipekli dokumacılarına, dikişçi kadınlara, çocuk eldiveni işçilerine, çorap işçilerine, vb. ortalama olarak pamuk işçilerinin sefalet ücretinin bile verilmediği, “açlığa bağlı hastalıkları önlemeye ucu ucuna yetebilecek” miktarda karbon ve azot bile almadıklarını ortaya koymuştu.
Rapordan alıntı yapıyoruz: “Ayrıca tarımsal nüfus içinde incelediğimiz ailelere gelirsek: Bu ailelerin beşte birinden fazlasının tahminen yeterli karbonlu besini alamadığı, üçte birinden fazlasının tahminen yeterli azotlu besini alamadığı ve üç ilçede (Berkshire, Oxfordshire ve Somersetshire) azotlu besin yetersizliğinin ortalama yerel diyet olduğu görülmüştür.” Resmi rapor, “Besinsiz kalmaya çok isteksizce katlandıkları ve kural olarak, büyük ölçüde kötü beslenmenin sadece diğer yoksunlukları izlediği unutulmamalıdır” diye devam ediyor… “Temizliğe bile erişim pahalı ya da zor olduğu gibi temizlik için özsaygıya dayalı çabalar aç kalma pahasına sürdürülmektedir.” “Özellikle de onların değindikleri sefaletin aylaklıktan kaynaklanan hak edilmiş bir sefalet olmayıp, her örnekte çalışan halkın sefaleti olduğu hatırlandığında, bunları düşünmek acı veriyor. Gerçekten de bu ücretlerle karnını zor doyurabilecek çok az miktarda besine ulaşmak için bile çoğu zaman aşırı uzun süreler çalışmak gerekir.” Rapor tuhaf ve hiç beklenmedik bir olguyu gün yüzüne çıkarıyor: “Birleşik Krallık’ın İngiltere, Galler, İskoçya ve İrlanda gibi idari bölümleri içinde en zengini olan İngiltere’nin tarım nüfusu büyük ölçüde en kötü beslenenidir. Ama Berkshire, Oxfordshire ve Somersetshire’ın tarım işçileri bile, Londra’nın doğusundaki kapalı mekânlarda çalışan çok sayıda vasıflı işçinden daha iyi durumdadır.
Maliye Bakanı’nın Avam Kamarası’nda “İngiliz işçisinin ortalama yaşam koşulları olağanüstü ve herhangi bir ülkenin ya da çağın tarihinde benzeri görülmeyen bir düzeyde iyileşmiştir” dediği serbest ticaretin bininci yılında, 1864’te Parlamento talimatıyla yayınlanmış resmi açıklamalar böyle. Resmi Halk Sağlığı Raporu’nun şu yavan yorumu, bu resmi kutlamalara bakın nasıl ters düşüyor. “Bir ülkenin halk sağlığı, kitlelerinin sağlığı demektir ve kitleler de en temel düzeyde en azından ortalama refah içinde değilse kolayca sağlıklı olamaz.”
Büyük bir zevkle göz gezdirdiği “yerli ilerleme” istatistiklerinden gözleri kamaşan Maliye Bakanı, kendinden geçerek haykırıyor: “1842’den 1852’ye kadar, ülkenin vergiye tabi geliri yüzde 6 artmışken, 1853 baz alınırsa 1853-1861 arası sekiz yılda yüzde 20 artış gösterdi. Bu olgu inanılmayacak kadar şaşırtıcıdır.” … Mr. Gladstone, “Bu sarhoş edici servet ve güç artışı, tamamen mülk sahibi sınıflarla sınırlı!” …, diye eklemişti.
Emekçi sınıfların hâlâ üretmeye devam ettikleri “tamamen mülk sahibi sınıflarla sınırlı sarhoş edici servet ve güç artışı”nın nasıl sağlıksız, ahlaki çöküntü ve zihinsel çöküş koşullarında gerçekleştiğini bilmek istiyorsanız, tekstil işçileri, matbaacılar ve hazır giyim sektöründe çalışanlarla ilgili son Halk Sağlığı Raporu’nun çizdiği tabloya bakabilirsiniz! 1863 tarihli ”Çocuk İstihdam Komisyonu Raporu”yla kıyaslama yapın. Raporda, örneğin, “Hem erkek hem de kadın çömlekçiler, bir sınıf olarak fiziksel yönden de ruhsal yönden de en dejenere nüfus kesimini temsil eder” deniyor. Devamla “sağlıksız çocuk sırası gelince sağlıksız bir ana baba olacak,” “ırkın giderek kötüleşmesi devam edecek” ve “komşu kontluklardan sürekli yeni gelenler ve daha sağlıklı ırklarla evlilikler olmasaydı, Staffordshire nüfusunun dejenerasyonu çok daha da büyük olurdu.” Mr. Tremenheere’in “Fırın İşçilerinin Şikâyetleri” adlı Mavi Kitabı’na bir bakın! Fabrika müfettişlerinin sunduğu Nüfus Müdürü’nün onayından geçen raporda yazılan paradoks insanın tüylerini diken diken ediyor. Lancashire işçileri, yiyecek bir lokma ekmeği zor bulurken, pamuk kıtlığı nedeniyle pamuk fabrikasındaki geçici olarak işten çıkarıldıkları için gerçekte sağlıkları düzelmiş. Ayrıca çocuk ölüm oranı azalmış çünkü şimdi en azından annelerinin onlara Godrey’s şurubu vermek yerine emzirmelerine izin vardı. * [*Türkçe çeviriye not: 19. Yüzyılda yoğun kullanılan, anne ve babaların uzun çalışma saatleri sırasında çocuklara sakinleşmeleri için verilen afyon tentürü; çok sayıda çocuk ölümünden sorumlu olması ve ağır yan etkileri nedeniyle kullanımı giderek sınırlandı.]
Haydi tekrar madalyonun diğer yüzüne bakalım! Avam Kamarası’na 20 Temmuz 1864’te sunulan Gelir ve Emlak Vergisi Beyannameleri, vergi memurlarının saptadığı £50.000 ve üstü yıllık geliri olan kişi sayısına 5 Nisan 1862’den 5 Nisan 1863’e kadar on üç kişinin daha eklendiğini ve bu tek yıl içinde 67’den 80’e çıktığını gösterir. Aynı beyannameler, yaklaşık 3.000 kişinin aralarında paylaştığı £25.000.000 yıllık gelirin İngiltere ve Galler’deki bütün tarım emekçilerine düşen yıllık toplam gelirden epey fazla olduğunu ortaya koyuyor. 1861 nüfus sayımının rakamlarına bakınca, İngiltere ve Galler’deki erkek toprak sahiplerinin sayısının 1851’de 16.934 iken 1861’de 15.066’ya düştüğünü; böylece 10 yıl içinde toprağın az sayıda insanın elinde toplanmasının yüzde 11 arttığı görülür. Neron’un Afrika eyaletinin yarısının altı soyluya ait olduğunu öğrenince pis pis sırıttığı Roma İmparatorluğu’ndaki gibi ülke topraklarının birkaç kişinin elinde toplanması aynı hızla devam ederse, toprak sorunu olağandışı basitleşecektir.
“Neredeyse inanılmayacak kadar şaşırtıcı” olan bu olguları uzun uzadıya ele aldık; çünkü İngiltere ticaret ve sanayide Avrupa’da başı çekiyor. Daha birkaç ay önce, Louis Philippe’in mülteci oğullarından birinin İngiliz tarım emekçilerini Manş Denizi’nin karşı yakasındaki orta halli kardeşlerinden daha şanslı oldukları için alenen kutladığını hatırlayalım. Gerçekten de İngiltere’nin olguları değişen yerel renklerle ve biraz daha küçük bir ölçekte kıtanın tüm ileri sanayi ülkelerinde kendilerini yeniden üretiyorlar. 1848’den beri hepsinde sanayide eşi benzeri görülmemiş bir gelişim ile birlikte hayal bile edilemeyen bir ithalat ve ihracat patlaması yaşanmıştı. Hepsinde “servet ve gücün tamamen mülk sahibi sınıflarla sınırlı artışı” sahiden “sarhoş edici”ydi. Hepsinde, İngiltere’deki gibi işçi sınıfının içindeki bir azınlık gerçek ücretlerinde bir miktar artış elde etmişti. Oysa örneğin büyükşehirlerdeki yoksul yurtları ya da yetimhanelerde kalanlar, nasıl temel ihtiyaçlarının maliyetinin 1852’de £7 sterlin 7 şilin 4 peniyken, 1861’de £9 sterlin 15 şilin 8 peniye çıkmasından zerre kadar yarar görmemişlerse, çoğu durumda parasal yönden ücret artışları da gerçek bir refaha eriştiklerini göstermiyordu. Her yerde emekçi sınıfların büyük kitlesi en azından üstlerindekilerin sosyal hiyerarşide yükseldikleri oranda daha dibe doğru batıyorlardı. Bu, şimdi tüm Avrupa ülkelerinde önyargısız herkese rahatça anlatılabilecekken, sadece çıkarları gereği başka insanları sahte bir cennete inandıranların inkâr ettikleri bir hakikat halini almıştır. Makinelerdeki hiçbir gelişme, üretimde hiçbir bilimsel uygulama, iletişimdeki hiçbir icat, hiçbir yeni sömürge, hiçbir göç, açılan hiçbir yeni pazar, hiçbir serbest ticaret, hatta bunların hepsinin bir araya gelmesi bile, çalışan kitlelerin sefaletini ortadan kaldıramaz. Ama şimdiki kaygan zeminde emeğin üretici güçlerinin her yeni gelişmesi, toplumsal çelişkileri derinleştirip toplumsal karşıtlıkları sertleştirme eğilimi taşıyor. Bu sarhoş edici ekonomik ilerleme çağı, İngiliz imparatorluğunun metropolünde açlıktan ölümü neredeyse kurumsallaştırmıştır. Bu çağ, dünya tarihlerine ticaret ve sanayi krizi denilen toplumsal belanın hızla geri dönüşüyle, daha kapsamlı ve daha ölümcül etkileriyle damgasını vurmuştur.
1848 Devrimlerinin başarısızlığından sonra, kıtadaki işçi sınıflarının tüm parti örgüt ve yayın organları şiddetin demir yumruğuyla ezildi. İşçilerin en ileri evlatları umutsuzluk içinde Atlantik’in öbür yakasındaki cumhuriyete kaçtılar. Kısa ömürlü özgürlük hayalleri sanayi patlaması, ahlaki çürüme ve siyasal gericilik çağının karşısında yıkıldı. Şimdi olduğu gibi o zaman da kısmen St. Petersburg Kabinesi ile kardeşçe dayanışma içinde hareket eden İngiliz hükümetinin diplomasisine bağlı olan kıtadaki işçi sınıflarının yenilgisinin bulaşıcı etkileri çok geçmeden Manş Denizi’nin bu tarafına da sıçradı. Kıtadaki kardeşlerinin bozgunu, İngiliz işçi sınıfının cesaretini kırıp kendi davalarına inançlarını sarsarken, toprak sahipleri ve para babalarına hafif sarsılmış olan özgüvenlerini geri kazandırdı. O zaman da önceden duyurdukları tavizlerden utanmadan vaz geçtiler. Yeni altın yataklarının keşfinin yol açtığı muazzam göç dalgası, İngiliz proletaryasının saflarında telafi edilemeyecek boşluklar yarattı. Eskiden aktif üyeler olan diğerleri, daha iyi iş ve ücretler gibi geçici rüşvetlere kanarak “siyasal köleler”e dönüştüler. Chartist hareket sürdürme ya da yeni temelde inşa etme çabalarının tümü açıkça başarısız oldu. İşçi sınıfının yayın organları, kitlelerin kayıtsızlığı yüzünden teker teker silinir giderken, doğrusu İngiliz işçi sınıfının siyaset sahnesinden böyle çekilmeyi tamamen kabullendiği görülmüş şey değildi. Demek ki, İngiliz ve kıta işçi sınıfları arasında eylemde dayanışma yoksa da en azından yenilgide dayanışma görülmüştü.
1848 Devrimlerinden bu yana geçen dönem, yine de bazı telafi edici özelliklerden yoksun değildi. Burada sadece iki büyük olguya işaret edeceğiz.
Büyük hayranlık uyandıran bir sebatla verilen otuz yıllık mücadeleden sonra toprak sahipleri ile para sahipleri arasındaki anlık bölünmeden yararlanan İngiliz emekçi sınıfları, On Saatlik İşgünü Yasası’nın kabul edilmesini başardılar. Böylece fabrika müfettişlerinin yılda iki defa yayınladıkları raporlarda geçtiği gibi yasanın fabrika işçilerine sağladığı muazzam fiziksel, ahlaki ve düşünsel faydaları şimdi her kesim kabul ediyor. Kıta hükümetlerinin çoğu, İngiliz Fabrika Yasasını az çok değiştirilmiş biçimleriyle kabul etmek zorunda kaldığı gibi bizzat İngiliz Parlamentosu her yıl etki alanını genişletmeye mecbur kalıyor. Ama işçilerle ilgili olarak alınan bu önlemin pratikteki önemi yanında, muhteşem başarısını yücelten başka bir şey daha vardı. Dr. Ure, Profesör Senior gibi en ünlü bilim otoriteleri ve aynı tıynetten diğer bilginler aracılığıyla, orta sınıf çalışma saatlerini herhangi bir yasayla sınırlamanın ancak vampir gibi çocuk kanı dahil kan emerek yaşayabilen İngiliz sanayisinin ölüm çanını çalacağını tahmin etmiş ve aklınca kanıtlamıştı. Eski çağlarda çocuk kurban etmek Moloch dininin gizemli bir ayiniydi. Ama bu ayin sadece çok ciddi durumlarda, belki de yılda bir kez yapılırdı ve Moloch’un yoksulların çocuklarına karşı özel bir ön yargısı da yoktu. Çalışma saatlerinin yasayla sınırlandırılması için verilen bu mücadele, o zamandan beri çok daha keskin bir hal aldı. Gerçekten de açgözlülüğü yanında, orta sınıfın ekonomi politiğini oluşturan arz ve talep yasalarının kör kuralları ile işçi sınıfının ekonomi politiğini oluşturan öngörülü bir toplumsal denetime tabi toplumsal üretim arasındaki büyük çatışmayı da ortaya serdi. Dolayısıyla, On Saatlik Çalışma Yasası sadece büyük bir pratik başarı değil bir ilkenin zaferiydi de. İlk kez orta sınıfın ekonomi politiği, işçi sınıfının ekonomi politiğine apaçık rezilce, utanç verici bir şekilde yenik düşmüştü.
Fakat emeğin ekonomi politiğinin mülkiyetin ekonomi politiği karşısında kazanacağı daha büyük bir zafer kenarda bekliyordu. Kooperatif hareketinden, özellikle de birkaç cesur “işçi”nin yardım almadan kendi çabalarıyla kurduğu kooperatif fabrikalarından söz ediyoruz. Bu büyük sosyal deneylerin değeri abartılamaz. Tartışmalarla değil eylemleriyle, bunlar modern bilimin taleplerine uygun büyük ölçekli üretimin, bir işçi sınıfını istihdam eden bir patron sınıfı olmadan da sürdürülebileceğini göstermişlerdir. Devam edelim, ürün almak için emek araçlarının, emekçinin kendisi üzerinde tahakküm kurup onu haraca bağlama araçları olarak tekelleştirilmesine ihtiyaç olmadığını ve aynı köle emeği, serf emeği gibi, kiralık emeğin de gönüllü eller, hazır zihinler ve neşeli kalplerle çalışan birleşik emeğin karşısında yok olmaya mahkum geçici ve aşağı bir biçim olduğunu da göstermişlerdir. İngiltere’de kooperatif sisteminin tohumlarını Robert Owen atmıştı. İşçilerin kıtada yürüttükleri deneyler, aslında 1848’de icat edilmeyip ancak yüksek sesle ilan edilen teorilerin pratik sonucuydu.
Aynı zamanda, 1848-1864 dönemin deneyimi, ilkesel bakımdan ne denli mükemmel, pratikte ne denli yararlı olursa olsun, özel işçilerin geçici çabalarının dar çerçevesi içinde kalması halinde kooperatif emeğinin tekelin geometrik ilerlemeye dayalı büyümesini hiçbir zaman düzeltemeyeceğini, kitleleri kurtaramayacağını, hatta onların sefaletlerinin yükünü hissedilebilir şekilde hafifletemeyeceğini hiç tartışmasız kanıtlamıştır. Belki de tam bu nedenle, aklı başındaki soylular, orta sınıfın hayırsever laf ebeleri ve hatta keskin ekonomi politikçiler hep birlikte hayalcilerin ütopyası diye dalga geçerek ya da sosyalistlerin kutsal değerlere saygısızlığı diye damgalayarak daha filiz halindeyken boşuna yok etmeye çalıştıkları aynı kooperatif emek sistemine tiksindirici övgüler düzmeye başladılar. Çalışan kitleleri kurtarmak için, kooperatif emek ulusal boyutlarda gelişmeli, sonuçta ulusal araçlarla teşvik edilmelidir. Yine de toprak sahipleri ve sermaye sahipleri ekonomik tekellerini savunup sürdürmek için siyasal ayrıcalıklarını her zaman kullanacaklardır. Emeğin kurtuluşunun teşvik edilmesi şöyle dursun, onun yolunu kesmek için her türlü engeli koymaya devam edeceklerdir. Son oturumda Lord Palmerston’ın İrlandalı Kiracıların Hakları Yasa Tasarısını savunanları nasıl küçümseyerek geri çevirdiğini hatırlayalım. O, Avam Kamarası’nın toprak sahiplerinin meclisi olduğunu söylemişti. Bu nedenle, siyasal iktidarı ele geçirmek işçi sınıflarının büyük görevi haline gelmiştir. Onlar bunu kavramış görünüyorlar; çünkü İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa’da eşzamanlı bir canlanma yaşanırken, işçi partisinin siyasal yeniden örgütlenmesi için eşzamanlı çabalar harcanıyor.
Kalabalık, işçilerin başarı için sahip oldukları bir unsurdur; ama kalabalık sadece güç birliğine yönelmesi ve bilgiyle yönetilmesi halinde ağırlığa sahiptir. Geçmişin deneyimleri, farklı ülkelerin işçileri arasında var olması gereken kardeşlik bağını yok saymanın ve tüm kurtuluş mücadelelerine omuz omuza katılma çağrısını göz ardı etmenin cezasının birbiriyle uyumsuz girişimlerinin ortak yenilgisi olduğunu göstermiştir. 28 Eylül 1864’te, St. Martin’s Hall’de toplanan farklı ülkelerin işçilerini Enternasyonal Birliği kurmaya teşvik eden bu düşünce olmuştu.
Toplantının gerçekleşmesinde etkisi olan bir başka inanç daha vardı.
Eğer işçi sınıflarının kurtuluşu kardeşçe fikir birliğini gerektiriyorsa, ulusal önyargıları istismar eden, halkın kanını ve varlıklarını korsan savaşlarında israf eden canice planlar peşinde koşan bir dış politika ile bu büyük görevi nasıl yerine getirmeleri beklenir ki? Batı Avrupa’yı Atlantik’in karşı yakasında köleliğin sürdürülüp yayılması için iğrenç bir haçlı seferine balıklama atlamaktan kurtaran şey, egemen sınıfların bilgeliği değil, İngiltere’nin emekçi sınıflarının onların canice aptallığına karşı kahramanca direnişiydi. Avrupa’nın üst sınıfları, Rusya’nın Kafkasya’nın dağ kalesini tuzağa düşürmesini seyrederken, kahraman Polonya’nın Rusya tarafından katledilmesini sahte bir sempati ya da aptalca kayıtsızlıkla hiç utanmadan onaylamışlardı. Başı St. Petersburg’da, kolları Avrupa’nın her kabinesinde bulunan bu barbar gücün direniş görmeden muazzam müdahaleleri, işçi sınıflarına uluslararası siyasetin gizemlerini çözmeyi; kendi hükümetlerinin diplomatik faaliyetlerini izlemeyi; gerekirse güçleri oranında bunlara karşı koymayı öğretti. Bunları engelleyemediklerinde, birlik içinde aynı anda kınamayı, özel şahısların ilişkilerini yönetmesi gereken temel ahlak ve hukuk kurallarını ulusların karşılıklı ilişkilerinde en yüce kurallar olarak savunmayı da öğrendiler.
Böyle bir dış politika için verilen mücadele, işçi sınıflarının genel kurtuluş mücadelesinin parçasını oluşturur.
Bütün ülkelerin proleterleri, Birleşin!


Marx’ın Elyazısıyla Tüzük
Kaynak: THE BEEHIVE NEWSPAPER, 12 Kasım 1864, s. 5
İŞÇİ ENTERNASYONALİ DERNEĞİ
Salı gecesi, Mr. Eccarius’un başkanlığında Leaugue Rooms, Greek Street, Soho’da dernek üyeleri tam katılımla bir toplantı düzenledi.
Sekreter Mr. Cremer, hareketle ilgili en ilginç ce cesaretlendirici bir demet mektubu okudu.
Geçen toplantıda okunan derneğin kuruluş amacı ve genel kuralları onaylandı; yönetmelikler görüşüldü ve bunların kabul edilmesinden önce dikkat çekici tartışmalar yaşandı. En önemli iki madde şunlardı: – “İngiltere’nin herhangi bir yerinde ikamet eden kişiler derneğe katılabilirler. Ancak dernek toplantılarına katılamayacak ya da karar alma süreçlerine katılamayacak durumdaki hiçbir üye Genel Komite’ye seçilemeyecektir.” “İngiltere’de dernek aidatı şimdilik yıllık 1s.’dir e üyelik kartı verilecektir.” Daha sonra açılış konuşmasının ve kuralların kamuoyuna nasıl duyurulacağına ilişkin kişiler çok sayıda rutin formalite yerine getirilerek, toplantı sone erdirildi. Şimdi derneğin geçici kurallarına geçiyoruz.
BİRLİĞİN GEÇİCİ TÜZÜĞÜ
İşçi sınıflarının kurtuluşunun bizzat işçi sınıflarınca başarılması gerektiğini; işçi sınıflarının kurtuluş mücadelesinin sınıf ayrıcalıkları ve tekeller için değil, eşit haklar ve görevler* [gazetede yer almayan ama broşüre eklenen: “tüm sınıf egemenliğine son verilmesi”] için mücadele anlamına geldiğini;
Emekçinin, emek araçlarını, yani yaşam kaynaklarını tekelleştirenlere ekonomik yönden tabi olmasının tüm biçimleriyle köleliğin, tüm sosyal sefaletin, zihinsel gerilemenin ve siyasal bağımlılığın temelinde yattığını;
Bu nedenle, işçi sınıflarının ekonomik kurtuluşunun temel amaç olduğu ve her siyasal hareketin bir araç olarak ona bağlı kalacağını;
Bu temel amacı hedefleyen tüm çabaların her ülkede çok katmanlı işbölümleri arasındaki dayanışma eksikliği ile farklı ülkelerin işçi sınıfları arasında kardeşçe birlik bağının yokluğu yüzünden şimdiye kadar başarısız kaldığını;
Emeğin kurtuluşunun yerel ya da ulusal değil, ama modern toplumun var olduğu tüm ülkeleri kucaklayarak, çözüm için en ileri ülkelerin pratik ve teorik fikir birliğine bağlı toplumsal bir sorun olduğunu;
Avrupa’nın en gelişmiş sanayi ülkelerinde işçi sınıflarının şimdiki eşzamanlı canlanmasının bir yandan yeni umutlar yaratırken, tekrar eski yanlışlara kapılmaya karşı ciddi bir uyarıda bulunduğunu ve hâlâ birbirinden kopuk hareketlerin hemen birleşmesi gerektirdiğini hesaba katıyoruz.
Bu nedenlerle :–
28 Eylül 1864’te, Londra’da St. Martin’s Hall’da düzenlenen toplantıda alınan kararla yetkili kılınan aşağıda imzası bulunan komite üyeleri, Enternasyonal İşçiler Derneği’ni kurmak için gerekli adımları atmışlardır;
Bu Enternasyonal Birlik ile ona bağlı tüm dernek ve bireylerin, ten rengi, din ya da milliyet farkı gözetmeden birbirlerine ve tüm insanlara karşı davranışlarının temeli olarak hakikat, adalet ve ahlakı kabul edeceklerini ilan ederler;
Bir insanın sadece kendisi için değil, ama ödevini yerine getiren herkes için insan ve yurttaş hakları talep etmeyi ödev bildiğini savunurlar. Ödevsiz hak, hak dışında ödev yoktur;
İşte bu ruhla Enternasyonal Birliği’nin aşağıdaki geçici kurallarını belirlemişlerdir:
NOT: İngiltere’de kişiler, birliğe yıllık 1 d. aidat ödeyerek katılabilecekler ve üyelere kart çıkarılacaktır.
12 Kasım 1864 tarihli Bee-Hive gazetesinde sadece tek cümlesine yer verilen, eksiksiz olarak broşürde yayınlanan özel not:
ÖZEL NOT: Mesleki, dostluk ya da herhangi bir türden diğer İşçi Derneklerini, sadece Birliğin ilkelerini destekleyip (ilan edildiği gibi) katılım ücreti olarak asgari 5s ödeme koşuluyla kurumsal kimlikleriyle Birliğe katılmaya çağırıyoruz. Derneklerden başka bir maddi katkı talep edilmeden, katkıda bulunup bulunmama ya da birliğin desteklemeye değer gördükleri girişimlerini zaman zaman değerlendirme onların kendi imkânları ve tasarruflarına kalmıştır. Merkez Konseyi, Açılış Konuşması ve Tüzüğü başvuru yapan herhangi bir derneğe memnuniyetle göndereceği gibi Londra şehir merkezi içindeyseler gerek görebilecekleri başka bilgiler de delegeler tarafından seve seve sağlanacaktır. Katılan derneklerin Merkez Konseyi’ne birer temsilci gönderme hakkı vardır. Bireysel üyelerin üyelik aidatı, 1d tutarındaki Üyelik Kartı için ile birlikte yıllık 1s’dir. Birliği ilgilendiren her konuda bilgi almak için Onursal Sekreter’e başvurur ya da her Salı akşamı saat 8’den 10’a kadar 18, Bouverie Street’te yapılan Merkez Konsey toplantılarına katılırken, Üyelik Kartı gerekir.
GEÇİCİ MERKEZ KONSEY ÜYELERİNİN İSİMLERİ
AYERS, BEESON, BORDAGE, BARRY, BOBCZYNSKl, CREMER, CARTER, COPE, COMBAULT, COULSON, CRESPELE, DUTTON, F., DUTTON, R., DELL, DUPONT, ECCARIUS, FOX, GARDNER, HOLTORP, HOWELL, HALES, HRABYE, HANSEN, HAUFE, HARVEY, HARRY, JUNG, JOHNSON, JAGET, KRYNSKI, LE LUBEZ, LENO, LUCRAFT, LESSNER, LASSASIE, LONGUET, LAFARGUE, LAWRENCE, LOCHNER, LEROUGE, MARX, MERRIMAN, MORGAN, MAURICE, MASSMAN, NIEASS, ODGER, OBORSKI, ORTIGA, OSBORNE, PFANDER, PERECHET, PRIOR, SHAW, STAINSBY, TRAINI, SHEARMAN, STOCKLY, WILLIAMS, WESTON, WHEELER, WORLEY, WERECKI, YARROW, ZABICKI
İMZA SAHİPLERİ
[İsim listesi orijinal belgede yer almaktadır]
Ülkeleri Temsil Eden Sekreterler:
Görevliler:
[Ali Çakıroğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]