Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube, hummalı bir çalışmanın içinde. Öğretmenler çalıştıkları okullarda kreş açılması talebiyle bir kampanya örgütlüyor. Maaşlarının yarısını özel bir kreşe veya bakıcıya vermekle işi tamamen bırakıp çocuk bakmak arasında sıkıştırıldıklarını ifade eden öğretmenler, bu iki seçenekten birini tercih etmek yerine devlete sorumluluklarını hatırlatmayı, hakları olan kreşleri işyerlerine açtırmak için mücadele etmeyi seçtiklerini söylüyor

Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube, hummalı bir çalışmanın içinde. Öğretmenler çalıştıkları okullarda kreş açılması talebiyle bir kampanya örgütlüyor. Kampanyanın nasıl ortaya çıktığını, nasıl çalışmalar yürütüldüğünü, nasıl tepkiler aldığını sendikanın Şube Başkanı Sinan Gül, Şube Sekreteri Alev Kayhan ve Şube Örgütlenme Sekreteri Songül Maçoğlu ile konuştuk.
Örgütlenme faaliyet sırasında yaptıkları okul gezilerinde öğretmenlerin temel problemlerinden birinin de çocuk bakım yükünün yarattığı sıkıntılar olduğunu ifade eden öğretmenler, maaşlarının yarısını özel bir kreşe veya bakıcıya vermekle işi tamamen bırakıp çocuk bakmak arasında sıkıştırıldıklarını belirtiyor. Öğretmenler sıkıştırıldıkları bu seçenek arasında tercih yapmak yerine devlete sorumluluklarını hatırlatmayı, hakları olan kreşleri işyerlerine açtırmak için mücadele etmeyi seçtiklerini söylüyor.
Sizi tanıyarak başlayalım.
Sinan Gül: İsmim Sinan Gül. Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube Başkanı’yım.
Songül Maçoğlu: Ben Songül Maçoğlu. Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube Örgütlenme Sekreteri’yim ben de.
Alev Kayhan: Ben Alev Kayhan. Eğitim Sen İstanbul 7 No’lu Şube Sekreteri’yim ben de.

Sinan Gül ve Songül Maçoğlu
Sendika olarak okullara kreş açılması için bir kampanya yürütüyorsunuz. Böyle bir kampanya ihtiyacı nasıl ortaya çıktı?
Sinan Gül: Bu ihtiyacı aslında bu yıl saptamadık. Geçen yıl örgütlenme faaliyet kampsamında bölgemizdeki okulları gezerken pek çok okulda öğretmenlerin dile getirdiği bir ihtiyaçtı. Öğretmen arkadaşlarımızla konuşurken konu bir şekilde oraya geliyordu. Birilerinin buna dokunması gerektiğini hissettik. Dolayısıyla geçen yılın sonlarında böyle bir kampanya yapmayı düşündük. Ama okullar da kapanıyordu. Biz de sonraki yıl bunu kampanya olarak örgütleme kararı almıştık.
Songül Maçoğlu: Bence birden fazla nedeni var. Öncelikle temel konulardan biri bence insanların geçinemiyor olması. Çocuk bakımının ciddi bir ekonomik külfeti var. Öğretmen arkadaşlarımız ya çocuğunu bir yere bırakmak zorunda kalıyor ya da bakıcı tutmak zorunda kalıyor. Okulları gezdiğimizde bunun ortak bir problem olduğunu gördük bunun.
Alev Kayhan: Biz kendi deneyimlerimizden de görüyoruz. Okullarda ders program yapılırken çocuklu arkadaşlara uygun program yapılmak zorunda kalınıyor. Çocuk ya kreşe gidecek ya başka yere bırakılmışsa okul çıkışı gidilip alınacak. Biz de herkes gelirken çocuklarını okula getirse, okulda bir kreş olsa, oraya bıraksa, çıkarken de alıp gitse, herkes için kolaylık olabileceğini düşündük. Okulların da buna çok müsait bir ortamı varken bunun sağlanmadığını gözlemledik. Bu yüzden de bununla ilgili bir kampanya başlatmaya karar verdik.

Alev Kayhan
Öğretmenler nasıl ifade ediyor bu problemi?
Sinan Gül: Öğretmenlerle konuşurken de farklı sorunların ortak olduğunu fark ediyoruz. Başka bir örnek vereyim: Barınma sorunu. Mesela geçen sene Çatalca’ya gittiğimizde barınma sorununun öğretmenler arasında ortak olduğunu fark ettik. Çatalca aslında kırsal yerleşimin daha geniş olduğu bir yer. Ama konuştuğumuzda fark ediyoruz ki orada da insanlar 15-20 bin lira kiralara ev arıyorlar. İnsanların 15 bin 20 bin lira kiralarla ev aradığını görüyoruz.
Bu kreş meselesi de öyle. Bu dönem yoksullaşma öğretmenlerin temel gündemleri arasında. Ortada çocuk var, hayat da devam ediyor. Bir yandan öğretmenlerin de mesleğini devam ettirmesi gerekiyor. Okullar veya bakanlık da öğretmenlerin çocukları için böyle bir imkan tanımamış. Böyle olunca ayda 20, 25, 30, hatta 40 bin lira vererek kreşlere çocuklarını bırakmak zorunda kalıyor. Yoksulluk denince hemen maaş zamları akla geliyor. Aslında konuşulan yüzde 10 fazla zam olur mu olmaz mı, ama o zaten 25-30 bin lirasını zaten kreşe vermiş bile. Dolayısıyla bazı aileler için bu can alıcı bir hale geliyor. Bu yüzden bu sorun çözülürse zam, çok daha geri planda bile kalabilir.

Bu bölgede devletin kreş ve anaokulları yok mu?
Songül Maçoğlu: Var ama yeterli değil. Sınıfları da kalabalık oluyor. Olanlar da kapatılıyor.
Sinan Gül: Geçen seçim öncesinde bağımsız, yani herhangi bir ilkokula bağlı olmayan, kreşler de açılmıştı. Ama sonradan kapatılmaya başlandı. Devlet de aslında bu alana girmeyerek herkesi özel okullara yönlendirme eğiliminde.
Alev Kayhan: Yaş sorunu var. Devletin kreşlerinde genelde 4 yaşın üzerinde çocuk kabul ediliyor. Bu yaşa gelene kadar ne yapılacak? Bir de örneğin liselerde kreş yok, genelde ilkokullarda yapılıyor anaokulları.
Öğretmenler bu durum karşısında ne yapıyor?
Songül Maçoğlu: Ebeveynler çalışıyorsa, tam zamanlı okullar tercih edilebiliyorlar. Ama kreşle de sınırlı kalmıyor. Çocukların sosyal ve sanatsal faaliyetleri için başka kurslara da gönderiyorlar.
Bunun dışında da mesela babaanne, anneanne ile yaşama durumları olabiliyor. Bir ev içerisinde iki aile gibi bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü ya kreşe verecek ücret bulmakta problem yaşıyor ya da güvenlik kaygısı ağır basıyor.
Alev Kayhan: Çalışmaya devam etmek istiyorsa ya çocuğu kreşe verip maaşın yarısından vazgeçecek ya da ebeveynlerden biri tamamen iş yaşamından çekilip çocuğun bakımını üstlenecek.

Sizin talebiniz ne?
Sinan Gül: Bizim talebimiz şöyle. Bir okula bir tane sınıf açılacak. Bu sınıfta bir öğretmen ve bir yardımcı personel bulunacak. İstihdam açısından da önemli bence bu. Ayrıca öğretmenleri de fahiş ücretli kreşlerin pençesinden kurtarabiliriz.
Alev Kayhan: Okulda sadece bir tane sınıfın anaokuluna kreşe uygun bir ortam haline getirmesi oraya da bir okul öncesi arkadaşın atanmasıyla çözülebilecek basit bir problem.
Songül Maçoğlu: 50’den fazla çalışanın olduğu her kuruma bir kreş.
Sinan Gül: Devletin bu hakları hatırlaması gerekiyor. Tıpkı bizim önceki yıllarda istediğimiz su hakkı gibi. Bugün bazı belediyeleri yapmaya başladı bunu ama başlatan da bizdik.
Ne yapmıştınız?
Sinan Gül: Her okulda çocukların ücretsiz su hakkının karşılanması için kampanya yaptık. Su sebili olabilir, arıtma sistemi olabilir, artık ne olursa. Biz her okulda olması için kampanya yaptık. Bugün İstanbul’da iki belediye, Beyoğlu Belediyesi ve Çekmeköy Belediyesi şu an bunu okullara sağlıyor. Hatta siyasi partiler artık bunu kendi kampanyanın parçası haline getirdiler. Bu buradan başlayıp genişlemişti aslında.
Songül Maçoğlu: Bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek kampanyası da sayılabilir bu konuda.
Kampanyaya dönelim. Ne zamandır yapıyorsunuz, kampanya kapsamında nasıl faaliyetler yürütüyorsunuz?
Alev Kayhan: Biz aslında geçen yıl okullarda biraz duyurmaya başlamıştık böyle bir kampanya yapacağımızı. Ama yeni dönemin başından itibaren imza kampanyasıyla başlatmak istedik.
Songül Maçoğlu: Bu eğitim öğretim yılı içerisinde başladık. Haftada üç gün gruplar halinde okul ziyaretleri yapıyoruz. Öğretmenler odasında kampanyamızı anlatıyoruz. İmza topluyoruz.

Öğretmenlerden nasıl tepkiler aldınız?
Songül Maçoğlu: Çok ciddi bir destek gördük. Sendika üyesi olsun olmasın, pek çok öğretmen imza verdi. Bundan da çok memnun oluyoruz tabii. İmzayı atanlar bu talebin arkasında olduğunu dile getiriyor sözlü olarak da.
Sinan Gül: Biz okul gezilerinde aslında kendi sendikamızın propagandasını yapıp örgütlenmeye çalışıyoruz. Ama bu konuya ayrıca değinince daha dikkatli dinleniyor. Sendikanın bu kampanyası diğer sendikalara üye öğretmenlerden de destek görüyor.
Öğretmenlerin eğitim sendikaları tercihindeki asıl belirleyen politik ayrışmalar. Dolayısıyla başka bir sendikanın logosunun bulunduğu bir kağıda imza atmaktan imtina ediyor öğretmenler. Bunu onun dışına çıkarmaya çalışıyoruz. Başka sendikalara üye öğretmenlerden de imza gelince daha fazla motive ediyor tabii.
Alev Kayhan: Geçen sene de okulları gezdiğimiz için gittiğimiz okullarda bütün arkadaşlarımız bize destek oluyor. Yani imza atmaktan çekinen öğretmen sayısı az. Böyle bir kampanyaya imza vermek isteyip istemediklerini soruyoruz. Çoğunlukla da imza veriyorlar.
Güzel olan taraflarından biri de diğer sendikalardaki arkadaşlarımızın ilgisi. Gittiğimiz okulda hiç Eğitim Sen’li bir arkadaşımız yoksa bile mutlaka diğer sendikalardaki arkadaşlar imza veriyor. Kendi sendikam dışında diğer 4-5 sendikadan da arkadaşların hepsi imzaladı. Bunun sendikaları aşan bir sorun olduğu herkes tarafından kabul görmüş durumda. Ve hepsinin söylediği, “Umarım gerçekleştirebilirsiniz.” Yaparsa Eğitim Sen yapar diye de düşünüyorlar tabii.
Kampanyayı nasıl sürdürmeyi planlıyorsunuz?
Songül Maçoğlu: Bir süre daha imza toplayıp kampanyayı duyurmaya devam edeceğiz. Medya ve sosyal medyaya dair çalışmalarımız olacak.
Alev Kayhan: Tabii ki bununla bu imzalarımızı gerekli yere ilettikten sonra faaliyetimizi böyle bitirmeyeceğiz. Basın açıklamaları da yapacağız, gereken her mecrada bunu dillendirmeye devam edeceğiz. Sesimizin daha çok duyulması için medya ve sosyal medyada da yaygınlaştırmamız gerekecek.
Sinan Gül: Biz örgütlenme faaliyetleri kapsamında çok fazla okul gezen bir şubeyiz zaten. Örneğin geçen yıl 700 civarında okul ziyaret etmiştik. Bölgemizdeki okullarda 25 bine yakın öğretmen var. Biz geçen sene herhalde 20 binine yakınıyla doğrudan temas kurmuşuzdur. Şu an kampanyanın dördüncü haftasındayız ve 100’e yakın okulda kampanyamızı duyurup öğretmen arkadaşlarımızdan imza topladık. İmza kampanyası belli bir olgunluğa ulaşınca bunun sokaktaki görünürlüğünü artırmayı, eylemlerini örgütlemeyi ve bakanlık ile diyalog süreçlerini planlayacağız.

Evlerde çocuğun bakım yükü genelde kadınların üstüne kalır. Bu kampanyayı duyurduğunuzda kadın öğretmenlerin ayrı bir ilgisi de gözlemleniyor mu?
Songül Maçoğlu: Biz kampanyayı başlatırken de kadınların veya annelerin değil, tüm çalışanların çocukları için bu talebi ortaya koymuştuk. Bu yükün kadınların üstünde olmaması gerektiğini düşündüğümüz için de bunu böyle ifade ediyoruz ve taleplerimizde kadın veya anne yerine ebeveyn ifadesini kullanıyoruz. Kadınların sorumluluğu olarak algılanmaması için okul gezilerinde erkekler de anlatıyor kampanyayı. Kampanya anlatımlarında bunun ebeveynlerin ortak sorumluluğu olduğunu da ayrıca vurguluyoruz.
Sorunun ekonomik boyutu da çok ağır olduğu için öğretmenlerin de bunu ortak bir sorun olarak algılama eğiliminin kuvvetli olduğunu görüyorum ben sahadaki çalışmalardan .
Sinan Gül: Hocamın da dediği gibi kampanyanın anlatımı sırasında bunun ortak sorumluluk olduğunu vurgulamaya dikkat ediyoruz. Ebeveynlerin her ikisinin de öğretmen olduğu veya her ikisinin de çalıştığı durumlarda bunun böyle algılanması daha kolay oluyor elbette. Öğretmenler ders programlarını bile ona göre yapmak zorunda kalıyor çünkü. Örneğin anne sabahçı ise baba öğlenci olmaya çalışıyor. Dolayısıyla bunu ortak sorun olarak görme eğilimi güçlü diyebilirim.
Alev Kayhan: İmzalarda kadın sayısı fazla olacaktır ama bu öğretmenler arasında kadınların çok olmasıyla ilgili bir durum. Ama erkek arkadaşlar da bu konuyla ilgili hassasiyet gösteriyor.

Benim soracaklarım bu kadardı. Sizin son sözlerinizi alayım.
Sinan Gül: Şunu hatırlamamız gerekiyor. Öğretmenler, orta sınıf olarak görülen ama orta sınıf özelliği de pek kalmamış emekçi kesimlerinden. Bu özelliğin yitmesindeki temel faktör de kreş örneği gibi temel haklarından ve kamusal hizmetlerden mahrum kalması.
Bu unutturulan hakların ve kamusal hizmetler konusunda devletle nasıl tartışılacağını yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Bunu da ancak böyle pratiklerle, kampanyalarla yapabiliriz. Biz bu kampanyayla birlikte öğretmenlerin haklarını ve devletin sorumluluğunu da tartışmaya açıyoruz. Bu konuda öğretmenlerin desteğini almaya çalışıyoruz. Bunu başarabilirsek belki bir kapıyı aralarız. Uzun soluklu bir iş ve bu kampanya da bunun ilk adımı. Bunu başarabilirsek yol alabiliriz.
Alev Kayhan: Çocuk bakımı bir ebeveyn işidir. Bizim taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeleri düşünürsek, bunlar kapsamında da hem çocuk için hem ebeveynler için kreş bir haktır. Bu hakkı alana kadar da mücadele etmeye devam edeceğiz.
Songül Maçoğlu: Bunun sadece kamu emekçilerinin değil, tüm çalışanların sorunu olduğunu hatırlatmak isterim. Bu işçi sınıfının ortak bir sorunu.
Söyleşi: Tankut Serttaş