Erdoğan’ın “Kadına şiddeti rakamlarla konuşmayı doğru bulmuyorum” sözleri 569 kadının öldürüldüğü bir yılda tartışma yaratıyor. Uzmanlar, verilerin önemini ve kadınların günlük hayatında karşılaştığı psikolojik ve toplumsal şiddetin çoğu zaman kayıtlara geçmediğini hatırlatıyor

Erdoğan’ın, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen programda yaptığı “Kadına şiddet sorununu rakamlar veya istatistikler üzerinden konuşmayı doğru bulmuyorum” açıklaması, tepki çekiyor. Sosyal medyada pek çok kullanıcı, “O zaman ne üzerinden konuşacağız?” yorumları yapıyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre, 25 Kasım 2024 ile 2025 Kasım ayı arasında 282 kadın cinayeti, 287 şüpheli ölüm tespit edilerek 569 kadın öldürüldü. Şiddet mağduru kadınların acil durumlarda yardım almasını sağlayan KADES uygulaması ise bugüne kadar 8 milyon 900 bin 990 kez indirildi. Bunun yanında istatistiklerin gösteremediği bir şiddet türü daha var; kadınların gündelik hayatında karşılaştığı psikolojik ve toplumsal şiddet.
UN Women (2024) raporuna göre, kadınların yüzde 70’i hayatlarının bir döneminde sözsel veya psikolojik şiddete maruz kalıyor. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın 2022 yılında yayımladığı “Kadına Yönelik Şiddet: Kadınların Deneyimleri, Kurumlar ve Mecralar” başlıklı rapora göre, kadınların büyük kısmı şiddeti “fiziksel olmadığı sürece” şiddet olarak tanımlamıyor. Kadınlar bu durumları daha çok “aile içi sorun”, “yaşam stresi” ya da “ilişki anlaşmazlığı” olarak nitelendiriyor.
Cinsellikten ilişkilere ve anneliğe kadar uzanan kadınlara yönelik “kadın dediğin çocuk ister”, “erkeği elinde tut” gibi cinsiyetçi söylemler günümüzde hala görülüyor. Geçtiğimiz haftalarda evlilik ve ilişki terapisti Selin Karacehennem’in, “kocandan beş dakika evvel uyan, saçını başını düzenle, mutlaka güzel bir sabahlık, ayağına topuklu terlik giy ve öperek uyandır” önerisi sosyal medyada büyük tepki topluyor. Uzmanlara göre bu kalıplar kadınlara tek taraflı sorumluluklar yükleyerek toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üretiyor.
Kadınların çocuk istememe hakkına yönelik toplumsal beklentiler de kamuoyunda tartışma konusu oluyor. Geçen günlerde Influencer Duygu Özaslan’ın “Bebek arabası ve köpek varsa köpeği severim” açıklaması sosyal medyada geniş yankı uyandırıyor. Tepkiler üzerine Özaslan, “Sadece köpeklere duyduğum sevgiden bahsettim, umarım bir gün benim de bebeğim olur” açıklamasını yapıyor. F. Salgado ve arkadaşlarının 2024’te yayımladığı “I am my own future – Representations and experiences of childfree women” araştırması, çocuk istememe hakkını kullanan kadınların çoğunlukla çevreleri tarafından “bencil” veya “toplumsal beklentilere uymayan” olarak algılandığını söylüyor.
Türkiye’deki televizyon dizileri ve filmlerde kadınların cinselliği çoğunlukla “utanma” ve “edilgenlik” üzerinden kurgulanırken, erkekler “arzu eden” taraf oluyor. Marmara Sosyal Araştırmalar Dergisi’nde yayımlanan 2024 tarihli çalışma, medya profesyonellerinin kadınları ikincil pozisyonlara ittiğini, klişe temsillerin kadınların görünürlüğünü sınırladığını söylüyor. “Kadınlar Cinsel Tatmin Konusunda Beklentilerini Düşük Tutuyor” Uzmanlara göre kadının cinsel tatmin hakkının önemsizleştirilmesi de sözlü ve psikolojik şiddetin en yaygın biçimlerinden biri. Rutgers Üniversitesi’nin (2022) “Orgasm Gap” araştırması kadınların büyük kısmının cinsel tatmin yaşamadığını ve beklentilerini düşük tutmak zorunda kaldığını ortaya koyuyor. Uzmanlara göre bu durum, kadınların hazzını talep etmesini “şımarıklık” ya da “utanç” olarak etiketleyen kültürel kalıpların sonucu. Tüm bu tartışmalar, kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel değil, psikolojik ve toplumsal boyutlarıyla da sürdürüldüğünü bir kez daha gözler önüne seriyor.
Haber: Özge Esen