Barış Ünlü burada ayrıntısına giremeyeceğim ama mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm, düşünür ile devrimci arasındaki farkı tartıştığı bölümde Fanon’u, Marx ve Lenin gibi iki tipoloji arasındaki ayrımın ortadan kalktığı düşünür devrimci kategorisine sokuyor

“Ve zenciler ayağa kalktı
oturan zenciler
beklenmedik bir zamanda ayağa kalktı
iskelede ayakta
kamaralarda ayakta
köprüde ayakta
rüzgarda ayakta
güneşte ayakta
kanda ayakta
ayakta
ve özgür”
Aimé Cesaire
Afrika kıtası açlık ve yoksullukla olduğu kadar ırkçılık ve kölelikle de özdeşleşmiş bir kara parçasıdır. Öyle ki apartheid vahşetini belgelemeye çalışan Kevin Carter ölmek üzere olan siyahi bir çocuğun başında bekleyen akbabanın fotosunu çekerek Pulitzer Ödülü’nü kazanıyor, sonra da intihar ediyordu. Yine de trajik kabile savaşları, yamyamlık gibi anlatılara bakıp Afroların kaderine razı geldiğini düşünenler yanılır. Kıta tarihi mücadele bakımından bereketli toprakları barındırır. 27 yıl hapiste yatıp özgürlüğüne kavuştuktan sonra devlet başkanı seçilen Mandela’nın yanı sıra Biko gibi aktivistler ırkçılığa karşı mücadelenin varlığını ve başarılı örneğini ortaya koymuş, bunun yanı sıra kara kıtanın geniş bir alanında kölelik ve sömürgecilik karşıtı direnişler eksik olmamış, zafere ulaşan bağımsızlık mücadeleleri post kolonyalizm kavramıyla ifade edilen yeni bir dönemi de açmıştı. Alt sahra denilen bölgeden Mağrip ülkelerine kadar kıtanın her tarafında görülen direniş hareketleri Sankara, Fanon, Kenyutta, Cabral, Lumumba, Nkrumah gibi savaşçı önderler yaratmış, Marksizm’in etkisi altında gelişen hareketler Bandung Konferansı, Tricontinental (Üç kıta) Konferansı, Pan Afrika Kongresi ile kıta halklarının birliğine yönelmekle kalmamış, kıtanın ötesine uzanarak Malcolm X, Aimé Cesairé gibi önderlerle siyah diasporayı harekete geçirmişti. Kültürel alanda da filizlenen direniş gospel, caz, blues ve reggae müziğini doğurmuştu.
Kökleri Portekiz’in 1441’de Moritanya’da başlattığı köle avına dayanan köle ayaklanmaları okyanusun karşı kıyısına geçerek Kızılderililerle buluşmuş, 1794’te Fransa’da köleliğin kaldırılmasını sağlamış ve siyah bir cumhuriyetin ilan edildiği günleri kayıtlara düşmüştü. 1885’te Afrika’nın bölüşümü için toplanan Berlin Konferansı, 70 yıl sonra Bandung Konferansı ile esmer bir tokat yemiş, Asya-Afrika Dayanışma Konferansı ile kıtalararası dayanışma köprüsü kurulmuş, Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi sömürgecilik karşıtlığından antiemperyalist çizgiye sıçramayı haber vermişti. Ne yazık ki SBKP ile ÇKP arasında başlayan gerilimle bölünen uluslararası sosyalist hareket Pan Afrika hayallerine ağır darbe vuracaktı.

Bu uzun girişin amacı Barış Ünlü’nün İletişim Yayınları’dan yayımlanan Frantz Fanon adlı çalışmasının tarihsel arka planını göstermek içindi. KHK ile ihraç edilen akademisyenlerden olan Ünlü bu çalışmada eylemci yönü de olan Fanon’un düşüncelerinin dünyada yarattığı etkiye odaklanıyor. “Üçüncü Dünyanın Marx’ı” sıfatının layık görüldüğü Fanon’un, 1968 Kültür Devrimi’nin doğmasında etkili olmasını; faşizmin yükselişinin “Avrupa uygarlığı” illüzyonunu bozduğu, ırkçılığın ABD’nin imajını zedelediği bir dönemden geçilmesine bağlayan Ünlü, ezilen halkların başvurduğu şiddetin meşruluğu hakkındaki görüşlerini aktardığında düşünürün yalnızca ABD’deki Kara Panterler Partisi ile Güney Afrika’daki Siyah Bilinci hareketinin değil İranlı ve Filistinli devrimcilerin de Kürt hareketinin de ilham kaynağı olduğu anlaşılıyor.
Avrupamerkezci bakışın yerine sömürgelerden de dünyaya bakılabileceğini gösteren bakış açısı, yeni bir görme ve bilme biçimi ortaya çıkarırken evrenselliğin Batı’dan ibaret olamayacağını kabul ettiriyor, ezilenlerin sınıf, ırk, cinsiyet gibi kimlikleri arasındaki kesişimin görülmesine yol açarak 1968 Kültür Devrimi’nin önemli bir dinamiği oluyordu. Sadece ülkelerin değil bedenlerin ve zihinlerin de sömürgeleştirildiğini gören Fanon, ezilenlerin mücadelesinin içinden ürettiği düşünceleriyle savaşı farklı cephelerde de yürütmekten geri kalmamıştı.
Barış Ünlü burada ayrıntısına giremeyeceğim ama mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm, düşünür ile devrimci arasındaki farkı tartıştığı bölümde Fanon’u, Marx ve Lenin gibi iki tipoloji arasındaki ayrımın ortadan kalktığı düşünür devrimci kategorisine sokuyor. Fransa’da psikiyatri eğitimi alan Fanon devrimci düşünüş biçimini bu alanda da kullanarak Freud, Adler, Jung gibi psikalanistlerin karşısına sömürgeci ve sömürge halklar ayrımıyla çıkarak, siyah derinin üstüne beyaz maske takmak zorunda kalanların yaşadığı kişilik bölünmesini gösteriyor. Bireyi hem kendini hem dünyayı yeniden yaratmaya yönelttiğini gördüğümüzde Fanon’un mesleğini de devrimci bir biçimde yürütmesinin gerillaların tedavisinden ibaret olmadığını anlıyoruz. Yine bunlar gibi “yeni bir kadın” yaratan 1954 Cezayir devriminde radyonun, başörtüsünün, tıp karşıtlığının dönüşümünü anlattığı bölüm devrimlerin etkileri hakkında ilginç bilgiler içeriyor.
Fanon şiddete bakışını mesleği olan psikayatrinin yardımıyla destekler. Silahlı mücadelenin başlamasıyla birlikte sömürgeleştirilenlerin zihinsel kopuş yaşayacağı, aşağılık kompleksinden kurtulacağı, ruhunu arındıracağı, kendine saygısını kazanacağı, sömürgeleştirenle sömürgeleştirilenin hayatı eş düzeyde değerli ya da değersiz konuma geleceğini ancak devrimci bir psikiyatrist tespit edebilirdi. Kitleleri politize eden şiddetin halkı ulusal bir dava etrafında birleştireceği, sömürgecilerle bir daha birleşmeyi imkansız kılacak bir kopuş yaşanacağını savlayan Fanon’un şiddete devrimci bir misyon yüklediği görülüyor.
Barış Ünlü kitabının ikinci kısmında Fanon’a biri olumsuz ve diğeri olumlu yerden bakan iki düşünür olan Hannah Arendt ile Immanuel Wallerstein’in görüşlerini irdeliyor. İlk olarak Sartre’nin önsözünü yazdığı “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabının gençlik üzerindeki etkisinden duyulan rahatsızlıkla yazılmış olan Arendt’in “Şiddet Üzerine” kitabındaki görüşler açılıyor. ABD’li siyah gençlere ve Afrika kültürüne karşı üstten bakan Arendt’i sözleşme düşünürü sınıfına koyan Ünlü, Fanon’u sömürge düşünürü olarak sınıflayarak yaklaşım farkının köküne inmeye çalışıyor. Arendt gibi ABD’den Afrika üstüne yazmak yerine kara kıtada dolaşarak doktora tezini yazan Wallerstein’ın kıtadaki toplumsal yapıyı, ulusal kurtuluş hareketlerini, ulus-devletleri yakından inceleme şansı bularak Fanon hakkında vardığı olumlu yargılar geniş bir biçimde ele alınıyor.
Sömürge halklara kişiliğini kazandırıp, onları ayağa kaldıran, Avrupamerkezci bakış açısını yıkan, 1968 Kültür Devrimi’nde büyük rol oynayan, Che Guevara gibi doktorluğu bırakıp Cezayir devrimine aktif destek vermeye çalışan, sosyalizm ve devrim hedefinden vazgeçmeyen Fanon’un gölgesi ezilen halkların öfkesinin patladığı her yerde görülmeye devam ediyor.