Şarkılar çalarken yayın bir anda pat diye kesilirdi. Ne şarkı ne anons… Uzun bir sessizlik… İşte o anda kalbim küt küt çarpmaya başlardı. Kimsenin bir şey söylemesi gerekmezdi. Bilirdim, bütün şehir bilirdik: Grizu patladı!

4 Aralık Dünya Madenciler Günü’nün ardından…
Zonguldak’ta EKİ Radyosu’nu dinlerdik. Saat sabah altı-dokuz, öğlen on iki-iki… akşam beş-yedi buçuk… cumartesi ve pazarları saat on-iki arası, akşam beş-yedi arasındaysa kalıbımı basarım; bütün şehirde EKİ Radyosu açık olurdu. Özel günlerde daha da uzardı radyo saatleri… Bilirdik: “Söyle bana neden hırçın denizin? / Altı kara, üstü yeşil Zonguldak” diye şarkılar okuduğumuz şehrimizin hem üstünde hem altında dinlenirdi EKİ Radyosu.
Kısa adıyla EKİ (Eekaaii), uzun adıyla Zonguldak Ereğli Kömürleri İşletmesi İnsan Gücü Eğitim Radyosu’nda birbirinden şahane şarkıların, türkülerin arasında Necla Aygün’ün “Madenci arkadaş” diye başlayan anonsları yükselirdi… “Madenci arkadaş! Açacağın en ufak boşluğa kama sür.” Ya da “Domuzdamcı arkadaş! Domuzdamı yaparken direklerin üst üste gelmesine dikkat et.” Bir başka anonsta: “Madenci arkadaş! En mutlu insan alın teri ile kazanan insandır. Alın teri kanın kadar temiz ve kutsaldır” derdi. Kimi zaman da: “İşçi arkadaş; bacada çalışıyorsan mutlaka yanına emniyet lambası al. Lambanı daima yanar vaziyette tut. Lamban kendiliğinden sönerse, bacayı terk et!” Ezbere bilirdik anonsları… Sonra şarkı kesildiği yerden devam ederdi. Bir de öyle bir şey olurdu ki ne siz sorun ne ben anlatayım. Şarkılar çalarken yayın bir anda pat diye kesilirdi. Ne şarkı ne anons… Uzun bir sessizlik… İşte o anda kalbim küt küt çarpmaya başlardı.
Kimsenin bir şey söylemesi gerekmezdi. Bilirdim, bütün şehir bilirdik: Grizu patladı! Kuş gibi çırpınırdık! Biz üç kardeş bilirdik: EKİ Hastanesi’nde göğüs hastalıkları servisi hemşiresi annemiz o gün eve gelmeyecek. Yaralı maden işçilerini karşılayacak, onları sağaltmak için annem de bütün hemşireler, doktorlar gibi hastaneden ayrılmayacak.
Bir Zonguldak çocuğu olarak bilirdim: Kömür dediğin can yakar. Sonra sonra da öğrenmiştim ki: Kömür sadece kuralsız, denetimsiz, güvencesiz çalıştırılan madencisinin canını yakmakla kalmaz, onunla ısınanı da onu kullanmayıp soluyanı da yakar. Kömür dediğin ömür alır. İnsanın ömrünü de diğer canlıların ömrünü de kentin ömrünü de… Kömür dediğin iklimi bozar… Maden işçileri için “Bir avuç kömür için bir ömür verenler” tanımı bile benim canımı yakar.

Bir Zonguldaklının evinde ya da işyerinde mutlaka bir madenci heykeli vardır. (Fotoğraf: Can Kartoğlu)
Ben, bir avuç kömür için işçilerin ömür verdiği bir dünyayı istemem. Kömür de maden ocakları da müzelik olsun. Kimse, “Ama geçim kaynağı” demesin. Kimse “Peki Zonguldaklı nerede çalışsın?” demesin. Ezberi bozabilsek. Bir bozsak. Bir düşünsek. Bir görsek. Bir dinlesek. Bir anlasak. Bir merak etsek. Bir sorgulasak. Başka enerji, başka dünya mümkün. Orhan Veli’nin o doğal, o eşsiz imlasıyla yazdığı “Siyah akar Zonguldağın deresi / Yüz karası değil kömür karası / Böyle kazanılır ekmek parası…” dizelerinin üstünden kaç zaman geçti?
Gel de “Yanan hep bizdik / Sizler kömür sandınız” diyen Mustafa Eyriboyun’u hatırlama. Dini imanı para olanlara, maden işçilerinin canını hiçe sayanlara, iş güvenliğini sağlamayanlara, işçiye hakkını vermeyenlere karşı elim, madencilerin elinde! Kimsenin yerin altına girip kömür çıkartmaya mecbur olmadığı zamanları yaşayacağımız bir başka dünyanın umuduyla, şehrimin ve dünyanın bütün maden işçilerini saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Ermenek’te maden işçisi oğlu Tezcan’ın onlarca işçiyle birlikte su basan madenden sağ salim çıkması için uğraşılırken “Oğlum yüzmeyi bilmezdi ki, suyun içinde ne yaptı?” deyip yüreğimi hâlâ dağlayan kınalı güzelim Ayşe Gökçe anneyi anmadan geçemiyorum. Somalı maden işçilerinin tutsak avukatları Selçuk Kozağaçlı’yı, Can Atalay’ı, babasız kalan madenci çocuklarını, benim çocukluğumda grizuda ölen evli maden işçilerinin alacağı tazminat başkasına gitmesin diye maden işçisinin erkek kardeşiyle evlendirilen mahzun maden gelinlerini… Ve elbet ki 1965’te Kozlu Direnişi’nde jandarma kurşunuyla öldürülen maden işçileri Satılmış Tepe’yi, Mehmet Çavdar’ı ve mezarları maden ocakları olmuş bütün isimsiz maden işçilerini acıyla anıyorum. Daha şunun şurasında 2023’te Zonguldak’ta ruhsatsız maden ocağındaki kazada yaralanan, olay ortaya çıkarsa ocak kapanır diye diri diri yakılarak öldürülen Afganistanlı maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani’nin bakışlarını hâlâ unutamıyorum.

Afganistanlı maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani bize hep bakacak.
Bir zamanlar madenden cevher çıkaran cevherler var bir de Zonguldak’ta. Her biri birer karaelmas, dünün maden işçileri: Gazeteci yazar Ahmet Öztürk’e, fotoğrafçı ve dergi yazarı Alaaddin Kara’ya, tiyatrocu ve besteci Fahri Bozbaş’a, şair Muharrem Akman’a selam olsun! “Son soluğumu sona sakladım yine” diyerek ölen şair Mehmet Yılmaz Karaibrahimoğlu’nu yad ediyorum. Madenciler Korosu’nu alkışlıyorum. Zonguldak Maden Müzesi’ni nerede yaşarsanız yaşayın gelip gezmenizi istiyorum.
Bir zamanlar EKİ Radyosu’nda “Domuzdamcı arkadaş!” diye başlayan anonslarla çocuk kalbime kazınan, 17 Ağustos, 12 Kasım, 6 Şubat depremlerinde domuzdamı yöntemiyle hayatlar kurtaran domuzdamcı maden işçisi kardeşlerimi kucaklıyorum.
EKİ Radyosu yok artık. 12 Eylül cuntasının 1983’te küt diye kapattığı EKİ Radyosu’nda çalan “aranjmanlar”, “Kazmacı arkadaş” anonsları hafıza bahçemde annemin hastane dönüşü emekçi elleriyle yaptığı poğaçanın kokusuyla yankılanıyor. Ben, bir avuç kömür için işçilerin ömür verdiği bir dünyayı istemiyorum.