ODTÜ’lü öğrenciler, özgür basın için eylem yaptı. 5. yurt önünde başlayan eylemde kampüsün doğu bölgesinde yurtlar dolaşıldı, sonrasında kampüsün girişinde bulunan Sunshine kafenin önünde basın açıklaması yapıldı

ODTÜ’lü öğrenciler, özgür basının yanında olduklarını bir kez daha dillendirmek ve Hakan Tosun’un şüpheli cinayetinin aydınlatılmasını talep etmek için eylemdelerdi. Kampüsün yurt bölgesinde başlayan eylemde doğu kısmında yurtlar etrafında yüründü, yürüyüşün ardından basın açıklaması yapıldı. Üniversiteliler, basın açıklamalarında AKP-MHP iktidarının özgür basın üzerinde kurduğu baskıya değinirken aynı zamanda son dönemde medya emekçilerine karşı yapılan hak ihlalleri ve işkencelerinden de bahsettiler. Merdan Yanardağ ve Fatih Altaylı gibi gazetecilerin maruz kaldıkları hukuksuz uygulamaları kabul etmediklerini dillendiren öğrenciler, TELE1 gibi yayın organlarının saray iktidarı tarafından karartılmasından da bahsettiler. Açıklamada Hakan Tosun cinayetini bir kez daha gündem eden ODTÜ’lü öğrencilerin basın açıklamasının tamamı şu şekilde:
AKP-MHP iktidarının halka gerçeği ulaştırmaya çalışan gazetecilere ve özgür basın kurumlarına yönelik saldırıları artarak devam ediyor. Sadece geçtiğimiz birkaç ay içinde üç gazeteci öldürüldü, onlarca gazeteci gözaltına alındı, birçoğu tutuklandı, televizyon kanallarına kayyım atandı, haber siteleri yasaklandı ve binlerce sosyal medya paylaşımına yönelik hakaret davası açıldı. Saymakla bitmeyecek örneklerin bazılarını sıra arkadaşlarımıza anımsatmak ve saldırılara karşı hep birlikte direnmek gerektiğini hatırlatmak istiyoruz.
Geçtiğimiz hafta ikinci duruşmasına katılan gazeteci ve köşe yazarı Fatih Altaylı, sosyal medya üzerinden yaptığı konuşmalarda “Cumhurbaşkanlığına fiilen tehdit” içerdiği iddiasıyla 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı ve tutukluluk halinin devamına karar verildi. Bu karar, Türkiye’de yargının siyasal iktidarın baskısıyla nasıl işlediğini ve ifade özgürlüğünün ne kadar daraltıldığını bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Benzer şekilde, Ekrem İmamoğlu hakkında yürütülen casusluk soruşturması kapsamında 24 Ekim 2025’te gözaltına alınan gazeteci Merdan Yanardağ, 27 Ekim 2025’te tutuklandı. Daha önce “Cumhurbaşkanına hakaret”, “devleti aşağılama”, “askeri teşkilatı aşağılama” ve “terör örgütü propagandası” gibi siyasi nitelikli suçlamalarla defalarca yargılanan Yanardağ’ın kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu TELE1, Ekim 2025’te tamamen kapatıldı.
TELE1 yıllardır RTÜK’ün siyasi saiklerle uyguladığı ağır para cezaları ve keyfi yayın durdurma yaptırımlarına maruz kalmıştı. Bu cezalar, iktidarın eleştirilmesini “cumhurbaşkanına hakaret” veya “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gibi esnetilmiş, ucu açık suçlamalara dayandırılarak basın özgürlüğü sistematik biçimde zayıflatıldı. Yanardağ’ın tutuklanmasının ardından TELE1’e kayyum atanması, yayınların durdurulması ve Youtube kanalının kapatılması ise medyanın doğrudan devlet kontrolü altına alınmasının en açık örneklerinden biridir.
Tutukluluğunun 202. gününde, 2 Aralık’ta gazeteci Furkan Karabay’ın “cumhurbaşkanına hakaret” suçu iddiasıyla 15 yıla kadar hapsi istendiği duruşma gerçekleştirildi. Furkan Karabay, AKP iktidarının savcılarının isminin karıştığı rüşvet iddialarının halka açık dosyalarını haber yaptığı için tutuklanmıştı.
Türkiye’de muhalif basına yönelik saldırılar yeni değil, istibdat rejiminin parçasıdır.
Bugün yaşananlar; basını, muhalif gazetecileri ve toplumsal muhalefeti hedef alan uzun yıllara yayılan baskı politikasının güncel yansımalarıdır.
19 Ocak 2007’de katledilen Hrant Dink, tehditler, davalar ve linç kampanyalarıyla kuşatılmış; sonunda planlı bir siyasi suikastla susturulmuştur. Soruşturmalar yıllarca sürüncemede bırakılmış, olayın siyasi ayağı açığa çıkarılmamış ve cinayet devlet tarafından örtbas edilmiştir. Dink, Türkiye’de öldürülen 62. gazeteci olarak kayıtlara geçmiştir.
Evrensel Gazetesinin İzmir bürosuna geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilen silahlı saldırı basın özgürlüğüne yönelik saldırıların güncel örneklerinden biridir. Toplanmayan deliller ve incelenmeyen kayıtlar nedeniyle faillerin tahliye edilmesi, soruşturmanın ne kadar yetersiz olduğunu gözler önüne serdi. Tüm bu süreç iktidarın yargıyı kendi denetimine alarak kendisine yönelik her sesi ve bu sesi güçlendirmeye çalışan basın kuruluşlarını baskı ve yasaklarla susturmak istediğini açıkça göstermektedir.
19 Aralık 2024’te Suriye’nin kuzeyinde haber takibi yapan gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in içinde bulunduğu araç insansız hava aracıyla (SİHA) hedef alındı. Olay yerinde hayatını kaybeden gazetecilerden Cihan Bilgin ANHA muhabiri, Nazım Daştan ise Fırat Haber Ajansı’na haber yapan bir özgür basın emekçisiydi. Suriye’de süren savaşı en zor koşullarda takip edilen gazetecilerin neden SİHA ile hedef alınıp öldürüldüğüne dair bir soruşturma yürütülmedi, sorumlular açıklanmadı ve hiçbir yetkili hesap vermedi.*
Bağımsız gazeteci ve çevre aktivisti Hakan Tosun da bu karanlık atmosferin son kurbanlarından biri oldu. “Çatılara Doğru”, “Tekel İşçileri”, “Büyük Anadolu Yürüyüşü” gibi toplumsal mücadeleleri görünür kılan belgesellere imza atan Tosun, 10 Ekim 2025’te Esenyurt’ta uğradığı saldırı sonucu beyin kanaması geçirdi. Kimliksiz şekilde hastaneye kaldırıldı, ailesi 27 saat boyunca kendisinden haber alamadı ve Tosun 13 Ekim’de hayatını kaybetti. Yetkililer kamuoyuna hiçbir açıklama yapmadı; soruşturma ilerletilmedi ve cinayetin üzeri örtüldü.
Bu örnekler, basın özgürlüğünün yalnızca hukuki baskılarla değil, aynı zamanda fiziki saldırılar, faili meçhuller ve sistematik yıldırma politikalarıyla da hedef alındığını göstermektedir.
Basının susturulması, halkın doğru bilgi hakkının ve demokratik toplumsal yaşamın yok edilmesidir.
Basın; yasama, yürütme ve yargının denetlenebilmesinin temel aracıdır. Basının susturulması, yalnızca haber alma hakkının gaspı değildir; iktidarın yaptığı tüm hukuksuzlukların görünmez kılınması anlamına gelir.
Bugün medyaya kayyum atanması, gazetecilerin tutuklanması, haber kanallarının kapatılması ve muhalif seslerin hedef alınması; Türkiye’deki tek sesli rejimin gerçekliğidir. Bu rejim:
- Yolsuzlukların üstünü örtmek,
- Kamu kaynaklarının talanını gizlemek,
- Siyasi davaları meşrulaştırmak,
- Eleştirel düşünceyi yok etmek,
- Toplumsal muhalefeti korkutmak.
amacını gütmektedir.
AKP iktidara geldiği günden bu yana iş cinayetlerinden deprem bölgelerindeki sorumsuzluklara, denetlenmeyen işletmelerden çevre katliamlarına, aydınlatılmayan şüpheli kadın ölümlerinden insan hakları ihlallerine kadar sayısız suçun hesabını vermekten kaçınırken; bu düzeni sorgulayan siyasetçileri, gazetecileri, öğrencileri ve emekçileri hedef alıp tutuklamakla meşguldür.
Bu baskıya sessiz kalmak, geleceğin tamamen denetim altında olduğu, seçimlerin anlamını yitirdiği, düşüncenin suç sayıldığı ve en temel haklarımız için mücadele etmenin dahi özgürlüğümüze hatta canımıza mal olacak bu rejime boyun eğmektir.
ODTÜ öğrencileri olarak çağrımızdır:
Bizler, özgür düşüncenin, eleştirel bilginin ve toplumsal sorumluluğun yer aldığı ODTÜ’nün devrimci geleneğine sahip çıkan öğrencileri olarak, tüm bu hukuksuzluklara sessiz kalmayacağımızı ilan ediyoruz.
- Haksız ve siyasi gerekçelerle tutuklanan gazeteciler, siyasetçiler, öğrenciler, işçiler ve sanatçılar derhal serbest bırakılmalıdır.
- Hakan Tosun’un ölümü aydınlatılmalı, failler ve sorumlular en hızlı şekilde yargılanmalıdır.
- Basın ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırılara son verilmelidir.
- Halkın haber alma hakkı güvence altına alınmalıdır.
Gerçeklerin üzeri örtüldükçe olayları aydınlatmaya, karanlık büyüdükçe dayanışmayı büyütmeye devam edeceğiz.
Baskı arttıkça mücadelemizi omuz omuza daha güçlü sürdüreceğiz.
ODTÜ öğrencileri olarak, gerçeğin sesini kısmaya çalışan bu düzene boyun eğmeyeceğiz.”
Sendika.Org