Davetimiz dönemin devrimci siyasetini inşa etmek için. Holdingci güçleri dağıtmak, “Holdingsiz Türkiye” tahayyülünü bütün ulusun ortak arzusu olarak örgütlemek, bu hedef doğrultusunda mücadele edecek siyasi, toplumsal gücü inşa etmek gayemizdir… Hepinizi 7 Aralık Pazar günü Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Umut-Sen’in Holdingsiz Türkiye Konferansı’na bekliyoruz. Gelin birlikte inşa edelim, birlikte kazanalım

Uzun yıllardır toplumsal, sınıfsal, sendikal, siyasal bir güç inşa etme iddiasıyla çalışıyoruz. İşçi sınıfının ve emekçi halkın her türlü örgütlenme, hak arama, direnme, muhalefet etme, iktidar isteme eğilimlerini hem içeriden hem de dışarıdan destekliyoruz. Yükselen her türlü sesin gücünün diğerleri tarafından daha iyi, daha güçlü, daha anlaşılır olması için her sese ayrımsız, hesapsız güç vermeye çabalıyoruz.
Dünya ve ülkemizin geleceğini tasarlayan egemen güçlerin ideolojik, politik programlarının toplumsal, siyasal zeminlere yansıtılma süreçlerini, ilişkilerini tarihsel maddeci bir gözle çözümlüyoruz. Buna göre güncel, planlı, eylemli pozisyonlar alıyoruz. Niyetimiz, işçi sınıfının ve emekçi halkların aşağıdan inisiyatifine dayanan toplumsal-siyasal bir devrim, mevcut güç ilişkilerini ters çeviren köklü bir dönüşüm.
Peki, ama nasıl? Hangi içerikte? Hangi koşullarda? Hangi anlayışta? Bu kısa metin, politik, toplumsal iktidarın ele geçirilmesi doğrultusunda bir yoldaşlaşma, kardeşleşme, akitleşme meramını içeriyor.
Yukarıdaki sorulara ortak cevapları listeleme işi devrimci işçi sınıfı mücadelelerinin tarihsel birikiminde, hem ezilenlerin sınıflı tarih boyunca egemenlere karşı yürüttükleri mücadelelerin toplam deneyiminden hem de egemenlerin tarihsel ve güncel konumlanışları ve müdahale tarzlarının devrimci eleştirisinden süzülecektir.
Ezilenlerin iktidar arayışı zafer ve yenilgi testlerinden geçti, geçiyor. Bugün bir yenilgi, gerileme, dolayısıyla da yeniden bir kuvvet haline gelme sürecinin içindeyiz. Dünya bir tekel ve holding ağının ve onların güdümündeki devletlerin yanı sıra bu ilişkiden beslenen işbirlikçi kesimlerin zoraki iktidarıyla yönetilmeye devam edemez.
Bu, özellikle pandemi sonrasında açıkça görünüyor. Ücretli kölelik dünya çapında yaygınlaştı. Sosyalizm iddiası ise bir süredir ışığını bütün insanlığın özgürlük, eşitlik, barış doğrultusundaki kurtuluş yolunu aydınlatacak güçte yayamamaktadır. Ama “tarihin sonu” anlatılarıyla sosyalizmi koyduklarını düşündükleri tabuttan bir daha çıkamasın diye büyük gürültülerle çivi çakma törenleri düzenleyen burjuva ideolojiler de bugün büyük bir çuvallanmanın içindedir. Bu yeni bir durumdur ve karşı iktidar iddiamızın en somut zeminini de bu olgu sağlamaktadır. İnsanlık kapitalizmi biliyor, tekellerin, devletlerin kölesi olmak istemiyor, mecburiyetlerin dayattığı gönülsüz bir ilişkiyle düzen içinde ayakta kalmaya çalışıyor. Burjuvazinin ideolojik, politik kasnakları aşınmış durumda.
İşçi sınıfını yeniden etkin bir güce dönüştürmenin yolunu “kendi çıkarını bütün ulusun çıkarı” olarak ifade edebilmesinin yolunu açmak, onun egemen bir sınıf olarak inşa edecek politik-toplumsal gücü hegemonik bir tarzda açığa çıkarmak başat görevimiz haline gelmişitir.
Ofise, atölyeye, fabrikaya, tarlaya günün yevmiyesini doğrultmak için koşuşturanlar, tükenen malı yerine koyma hesaplarıyla ümitsizce kepenk açanlar, hiçbir işe yaramayan aylıkları üzerinden milimetrik hesap kitap işi içinde olan emekliler, lüks, bol ışıklı AVM’leri dolaşıp çay, kahveyle saatler geçirenler… Üç yanı denizle çevrili ülkede tatil yüzü görmeyenler, onyıllarca okuyup hak ettiğini alamayanlar, liyakat yokluğunda atanamayanlar, daha okurken işçiliğe mahkum olan çocuklar, gençler, istihdam istatistiklerinde işgücüne katılım oranları gururla duyurulan ucuz işgücünün büyük rezervi kadınlar, asgari ücrete çalışmaktansa evinde oturmayı tercih edenler… Kamu işyerlerinde özel sektör deneyimi yaşayanlar, eski ayrıcalıklı günlerini Kore gazisi gibi anlatıp duran kamu çalışanları, asgari ücretli gazeteciler, avukatlar, köleliği deneyimleyen Türkler, Kürtler, Sünniler, Aleviler, ülkenin her il ve ilçesine açılmış üniversitelerde herhangi somut bir gelecek hayali kuramadan belirsizlik içinde yuvarlanan gençler, kendi tarlasında işçileşen köylüler…
Hepimiz birbirimizi göremeden çalışıyoruz, çalışıyoruz, çalışıyoruz. Çalıştıkça daha da yoksul hale geliyoruz. Geçinemez, hayal kuramaz olduk, geleceğimizi planlayamaz haldeyiz. Kentlerde binaların katları yükseldikçe azalan aile nüfuslarıyla daha küçük, daha yalnız, daha çok korkuyla, güvencesiz yaşamaya, çaresizliğimizi büyüterek, ilaçlara sığınarak var olmaya, günleri tüketmeye devam ediyoruz.
Rejime öfkeliyiz ama esasının sistemle ilgili olduğunu da biliyoruz. Bu iktidar gitse mutlu oluruz, rahatlarız ama kazanan olmayacağımızın da farkındayız. Devrimci hareketler siyasal, toplumsal bir güç olmaktan uzaklaşıp dar grup organizasyonlarına dönüştüğünden beri adeta başka bir yol düşünemez durumdayız. Karşımızdakiler her gün kendi güçlerini bize hissettiriyor. Az, aciz, kuvvetsiz, mecalsiz, paramparça, yan yana gelemez hissettiriliyoruz biteviye. Onurumuz, gururumuz, özgürlüğümüz düzen güçlerinin sefilleştirici, güçsüzleştirici makinalarında öğütülüyor durmadan. Kesintisiz aşağılandığımızı hissediyoruz. Vatan, millet, din, iman diyenlerin zenginleştiğini görüyoruz. Bize açık kapı olmadığını da deneyimle öğreniyoruz.
Mafyanın vergi dairesi, asliye hukuk mahkemesi gibi bir devlet kurumu olduğunu idrak ediyoruz. Mülkümüz, işimiz güven vermiyor, el koyup kovabiliyorlar. Uzun mesailerle çalışıyoruz yetmiyor, ek iş yapıyoruz yetmiyor, ailecek çalışıyoruz yetmiyor. Siyasette bir yerimiz yok, siyaset yapacak vakitimiz de, nakdimiz de yok. Halk bir bütün olarak seçilemiyor, seçemiyor. Önüne seçenek olarak konulanı seçme ya da sorumluyu cezalandırma gibi kısıtlı olanaklar da 19 Mart süreciyle birlikte rafa kalkmış görünüyor. Ne yapacağız? Daha ne kadar taşıyacağız bu ızdıraplı yaşamayı?
Tekeller, holdingler, devletler dünyayı yeni bir paylaşım şavaşına taşıyorlar dört nala. Ucuza sömürdükleri milyonlardan, savaşlarında gönüllü ölmelerini istiyorlar. Savaştan kazanç büyütmek isteyenlerle savaşta yok olmaktan kurtulmak isteyenlerin kavgası yaşanacak bir kez daha. Dünyanın hakimleri bu olgu etrafında hazırlıklar yürütüyor. Asimetrik, vekalet savaşları olarak adlandırılan lokal, bölgesel savaşlar, toplu imhalara, taktik nükleer saldırılara, dünya savaşına doğru yol alıyor.
Mahir Çayan’ın kuramında yeniden paylaşım savaşının imkansızlığı tezi önemli bir yer tutar. “Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi” denen bu dönemde, emperyalist ilişki ve çelişkiler biçim olarak iki temel cephede değişikliğe gitmiştir:
- Emperyalistler arası rekabetin (uzlaşmaz çelişkilerin) emperyalistler arası yeniden paylaşım savaşına yol açması imkanı ortadan kalkmıştır.
- Emperyalist işgalin biçimi değişmiştir. Bugün tam sömürge tipi ülke hemen hemen kalmamış gibidir. Açık işgal yerini gizli işgale bırakmıştır.
Çayan bu tezi ileri sürerken sosyalist bloğun varlığı ve emperyalist blokla askeri, nükleer kapasitede denkliğine, metropol ve yeni sömürge ülkelerde sosyalizmin güçlü hegemonyasının varlığı olgularına dayanıyordu.
2026 yılına girmek üzereyiz. 3. Yeniden Paylaşım Savaşı önünde sosyalizmin oluşturduğu güç dengesi hem fiziki planda hem ideolojik planda, Rusya ve Çin’le ilgili aşırı iyimser, hatta hatalı analizler dışında yoktur. Dünyadaki politik güç dengeleri en az iki kez sosyalizmin ve işçi sınıfının aleyhine değişti. Var olan sosyalist partiler işçi sınıfını iktidara taşıyacak konumlanışları temsil etmiyorlar. İşçi sınıfını bölen, toplumsal derinliği olmayan, zayıf fraksiyonlar olmaktan öte anlam taşımıyorlar. Filistin ve Kürt sorunu gibi çözümü gecikmiş ulusal sorunların yaşandığı coğrafyalar dışında ezilen yığınların bir dava uğruna topyekûn ölümü göze alma durumları da yok.
Evet, sorunumuz bu. Emperyalizmin, kapitalizmin dışında toplumların kendi kendileri yöneteceği, tekellerin, holdinglerin olmadığı eşitlikçi, özgürlükçü, kamucu bir düzenin kurulabileceği düşüncesinin fiiliyata dökülmesi ihtiyacı… Coşkuyu, ruhu, heyecanı ayaklandıracak olan yalnızca kitlelerin mücadeleleridir. Bu mücadeleler ancak politik, toplumsal bir güç biçiminde inşa edilirse milyonların yaşama sığınağı, uğruna ölünebilir bir somut seçenek haline gelir. Onlar ya da biz…
Umut-Sen uzun yıllardır temsilden, yurttaşlıktan kovulan mülksüzleştirilmiş, işçileştirilmiş toplumun yüzde seksenlik büyük çoğunluğunun yaşama ve geleceğe tutunma çabalarının içine yerleşerek sürdürdü varlığını. Düzenin mezar kazıcılarının acılarının, dertlerinin, sevinçlerinin yanında sorunlarının içinde, yakınında bir konumlanma içinde olmaya çabalayarak devrimciliği anlamlandırdı.
Marx’ın Louis Bonapart’ın 18 Brumaire’indeki erken uyarısını hep hatırda tuttuk “19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını, geçmişten değil ancak gelecekten alabilir. (…) Daha önceki devrimlerin kendi öz içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimleri vardı. 19. yüzyılın devrimi ise kendi öz nesnesini gerçekleştirmek için kendi ölülerini gömsünler diye, ölüleri bırakmak zorundadır. Eskiden, söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”
İşçi sınıfı hareketinin ana devrimci kulvarının dışında siyasi bir geleneğin uzantısı olmak yerine evrensel düzeyde yaşanan ideolojik politik tıkanıklığın tarihsel maddeci metodun buyruklarını dikkate alan bir yordamla aşılabileceğinin kuramsal, tarihsel bilgisiyle hareket ettik. Lenin’in “insanlığın yarattığı bütün hazinelerin bilgisiyle zihnimizi zenginleştirmek, eski okulda iyi ne varsa onu almak” uyarısı hareket sınırlarımızı belirleyen kriter oldu. Devrimci siyasi geleneklerin mücadele birikimlerine, değerlerine saygıyı eksik etmeden onların Anadolu coğrafyasına bıraktığı toplumsal izleri, deneyimleri eleştirel olarak yeniden üretme derdini de yüklenerek bugüne geldik. Geçmiş, gelenek ya da sosyalizm okullarıyla mezhepsel bir bağ içerisinde olmayı devrimcilik anlayışımızın dışında gördük.
Bugün işçi sınıfı ve emekçi halka yeni bir düzen içi siyasi bölünme önerisi üretme anlamına gelmeyecek bir güç yaratma çabasının adımlarını atıyoruz. Sosyalizm saflarında kurulu hiçbir parti, çevre rakibimiz değil, dostlarımız. Siyasi-toplumsal bir iktidar gücünü yaratmak için bu gücün kurucusu, parçası, inisiyatifi, lokal ya da genel sorumlusu olmak isteyen her insana tek tek gideceğiz, önerimizi yüz yüze yapacağız. Yaklaşımlarını, katkılarını dinleyeceğiz.
Davetimiz dönemin devrimci siyasetini inşa etmek için. Holdingci güçleri dağıtmak, “Holdingsiz Türkiye” tahayyülünü bütün ulusun ortak arzusu olarak örgütlemek, bu hedef doğrultusunda mücadele edecek siyasi, toplumsal gücü inşa etmek gayemizdir.
Bir yol bulduğumuza inanıyoruz. Bütün ülkeyi tek bir fabrika gibi düşünüyoruz. Tek bir fabrikayı örgütlemenin, şalteri topluca hareket ederek indirmenin, kazanmış olmanın onbinlerce deneyimi var tarihimizde. Komiteler oluşur, iki güç tasnif ederek başlanır. Ayrılar ayrı yere, aynılar aynı yere. Düşmanlar, dostlar; biz ve onlar!
Bu siyasi gücü sessizce, sabırla, yoğun biçimde çabalayarak, ilmek ilmek birlikte inşa edelim.
Şimdi vakit o vakit, kalk artık, bırak uyuşuk, mızmız, huysuz halleri. Korkuyoruz, ama korkak değiliz. Cesur ol korkma, hep beraber göğüsleyeceğiz her şeyi. Haklıyız, kazanacağız! Emin olun ki mutlaka başaracağız, kesinlikle kazanacağız!
Hepinizi 7 Aralık Pazar günü Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Umut-Sen’in Holdingsiz Türkiye Konferansı’na bekliyoruz. Gelin birlikte inşa edelim, birlikte kazanalım.
Kaynak: e-komite